DİLA KELEŞ

 
2015’ten 10 Etkinlik ile İstanbul’da Kültür-Sanatın Bir Yılı
Yeni yıla yaklaşırken geride bırakılan yılın muhasebesini yapmak adettendir. İlk günü yine tarihsel olarak belirlenmiş takvim yılı kozmik zamanla örtüşüyormuşçasına, yeni başlangıçlar için kendimize enerji üretmek isteriz. Türlü değerlendirmeler, düşünme-taşınmalar, hesaplaşmalar zihnimizin içinde dönüp durmakla kalmaz, dost meclislerinin Aralık ayı gündemleri de genelde bu çizgide belirlenir. Gazete, dergi, blog gibi çeşitli mecralarda kamusal kimliğine, iddiasına ve meşrebine göre geçmiş bir senenin bilançosunu çıkarmak, listeler hazırlamak ve karşılamak üzere olduğumuz seneye dair dilekleri ve eylem planlarını paylaşmak, bu muhasebe pratiğinin kolektif yönüne işaret ediyor. 
 
Türkiye’de ve Türkiye’nin de bir parçası olduğu bölgesel anlamda 2015 yılını, bu yıl vuku bulmuş insani ve politik felaketler açısından değerlendirmek, bulunduğumuz mecra itibariyle, bu yazının konusu değil. Fakat bunları da akılda tutarak, sonuna yaklaştığımız sene boyunca bize nefes aldırmış, sevdiklerimizle bir araya gelmemize vesile olmuş, geçici de olsa keyifli vakit geçirmemize imkan vermiş kültür-sanat etkinliklerinden benim aklımda yer edenlerin bir listesini paylaşacağım.
 
İstanbul’da kültür-sanat alanına, 2015 yılında, kendi deneyimlerim üzerinden yaklaştığım bu yazının temelde iki hedefi var. İlki, İstanbul’da yaşayan sanatseverlerin 2016 ajandalarına ekleyebilecekleri etkinliklerin ve düzenlendikleri mekanların kaydını düşmek. Sergi, fuar, söyleşi, gösterim, oyun, konser, performans gibi birbirinden farklı bir çok dalda sayısız etkinliğin aynı anda ziyaretçiye açık olduğu böylesi bir şehirde temsil düzeyi yüksek bir liste oluşturmak imkansız olsa da buradaki 10 maddeyle sanat gezginlerinin takip listelerine katkıda bulunmayı umuyorum. İkinci olarak ise kültür-sanat etkinliklerinin, bir yandan insani ve kültürel temasları mümkün kılan, diğer yandan ise gündelik düşünme, öğrenme ve sorgulama hallerimize renkli bir zemin ve malzeme veren niteliğini vurgulamak istiyorum. 
 
Öyleyse başlayalım!
 
1- Yüzyıllık Aşk. Türkiye’de Sinema ve Seyirci İlişkisi, İstanbul Modern, Eylül 2014-Ocak 2015
 
 
Türkiye’nin bir asırlık sinema tarihini ele alan Yüzyıllık Aşk sergisi, 2015’in ilk ve unutulmaz etkinliklerinden biriydi. Yüzlerce film afişi, broşür, dergi ve gazete ilanının yanı sıra sinema salonları ve seyircilerinin siyah-beyaz fotoğraflarını da gördüğümüz sergi, ilginç bir şekilde henüz doğmadığımız zamanlara dair nostaljik bir deneyimi mümkün kıldı. Serginin hatırlattıkları içinde, onca toplumsal muhalefete rağmen yıkımını engelleyemediğimiz Emek Sineması bir yandan, kendini en çok da filmlerin dağıtım ve gösteriminin yasaklanması üzerinden belli eden baskıcı iktidar aygıtı diğer yandan (bkz. Madde 4), Türkiye sinemasına dair endişe ve umut karışımı bir duyguyla Karaköy’den ayrıldık. 
 
2-  Joan Miró. Kadınlar, Kuşlar, Yıldızlar, Sakıp Sabancı Müzesi, Eylül 2014-Mart 2015
 
 
20. Yüzyıl Katalan resminin popüler ismi Miró’nun, serginin adından da anlaşılacağı üzere, kadın, kuş ve yıldız temsillerine yoğunlaşan sergi, sanatçının resim, baskı ve heykellerinden oluşan geniş bir koleksiyonu sanatseverlerle buluşturdu. Sakıp Sabancı Müzesi’nin İspanya’dan ayağımıza kadar getirdiği koleksiyon, Miró’nun özgün stilini ‘‘Artık nerde görsem tanırım’’ dedirtecek kadar bütünlüklü ve zengindi.
 
3- Cecil Beaton. Portreler, Pera Müzesi, Mayıs-Temmuz 2015
2015’in en ilgi çekici fotoğraf sergilerinden biri, bana kalırsa, Cecil Beaton’ın Portreler sergisiydi. Esasen çağdaş sanata sınıf, din, cinsellik gibi meseleler üzerinden içerden bir eleştiri getiren Grayson Perry’nin çalışmalarından oluşan sergi için Pera Müzesi’ne gitmiş, Beaton’ın portre fotoğraflarından daha çok etkinlenmiş olarak çıkmıştım. 1920’lerden 1970’lere dek film yıldızları, sanatçılar ve yazarların siyah-beyaz ve sıradışı kadrajlarla çekilmiş fotoğrafları, aynı zamanda bir dekor ve kostüm tasarımcısı olan Beaton’ı tanıtmak ve sevdirmek için yerinde bir seçkiydi.
 
4- Documentarist 8. İstanbul Belgesel Film Günleri, Bakur, Şişli Kent Kültür Merkezi, Haziran 2015
Senenin en çok tartışılan film gösterimi, yönetmenliğini Çayan Demirel ve Ertuğrul Mavioğlu’nun yaptığı, Bakur’un gösterimi oldu. 34. İstanbul Film Festivali’nin yarışma dışı bölümünde gösterilmesi beklenen filmin, kayıt tescil belgesi olmadığı gerekçesiyle Kültür Bakanlığı tarafından yasaklanması, festivalde filmi gösterilecek sinemacılar tarafından bir sansür kararı olarak nitelendi. Birçok yapımcı ve yönetmen filmlerini festivalden çekme kararı alırken, aralarında Nuri Bilge Ceylan, Erden Kıral, Pelin Esmer, Onur Ünlü gibi yönetmenlerin de bulunduğu yaklaşık yüz sinemacı sansüre karşı ortak bir bildiriyi imzaladı ve dayanışma çağrısında bulundu. Bakur’un gösterimi bundan iki ay sonra, Documentarist 8. İstanbul Belgesel Film Günleri kapsamında Şişli Kent Kültür Merkezi’nde gerçekleşti. 800 kişilik salonun binlerce kişiyle hınca hınç dolu olması, benim gibi yerde oturan ve nefes problemi yaşayan izleyiciler için zorlayıcı olsa da, belgeselin anlamı ve başarısı sıkıntılı seyir deneyimini unutturdu. Geriye kalan ise cevaplar değil sorular oldu.
 
5- Frànçois and the Atlas Mountains, İstanbul Fransız Kültür Merkezi, Haziran 2015
Yaz aylarında bir başka güzel olan İstanbul’da açık havada dinlenen konserler de ‘‘unutulmazlar’’ hanesine yazılmalı. Sene boyunca Fransa’dan gelen araştırmacı, akademisyen, yazar, sanatçı ve müzik gruplarının ev sahipliğini, olmazsa da duyurularını yapan Fransız Kültür Merkezi’nin aylık bültenlerini takip etmenizi şiddetle tavsiye ederim. Zira, etkinliklerin çoğu alanında tatminkar ve ücretsiz. Ağırlıklı olarak Fransızca, nadiren de İngilizce şarkıları, elektronik altyapı ve melankolik bir tarzla icra eden Frànçois and the Atlas Mountains kentli Fransız gençliğinin gözdelerindenmiş. Bunu, bizim ilk kez dinlemeye geldiğimiz grubun İstanbul’da yaşayan Fransız hayran kitlesinin kalabalıklığı ile öğrenmiş olduk. Şarapla dinlenirse depresyona sokan grup önümüzdeki sene de gelir mi bilemeyiz ama Başka Sinema filmlerini de gösteren sinema salonuyla Merkez’i takip etmekte fayda var.
 
6- Sinemada Görme Biçimleri, Yalçın Savuran, Akbank Sanat, Mayıs-Haziran 2015
 
 
Son oturumuna yetiştiğim sinema atölyesi serisi Yalçın Savuran’ın anlatımıyla periyodik olarak yapıldı. Her hafta bir temaya yoğunlaşan Savuran, benim katıldığım atölyede, sinemada Roman toplumunun temsillerini farklı filmler üzerinden inceledi. Romanların toplumsal tarihi hakkında girizgahtan sonra, Andrei Tarkovsky, Tony Gatlif ve Emir Kusturica gibi yönetmenlerin filmlerini birbirleriyle ilişki içinde ele alarak, Romanlar ile müzik, göç, yurtsuzluk, sınır ve dil meselelerinin sinemasal temsillerini tartıştı. Atölye serisi yeni döneminde, yine Cuma günleri saat 19.00’da Akbank Sanat’ta devam ediyor.
 
7- Artinternational, Haliç Kongre Merkezi, Eylül 2015
 
 
Resonance of Silence, Ahmad Morshedloo, 2015, Assar Art Gallery
 
2015’te üçüncüsü düzenlenen uluslararası çağdaş sanat fuarı Artinternational, gezmekle bitiremediğimiz kadar büyük ve ilgi çekiciydi. 27 ülkeden 87 galeri ve 400’den fazla eseri ağırlayan fuar mekanını 30 binden fazla kişinin gezdiğini ve üç gün içinde yaklaşık 90 milyon liralık eser satışının gerçekleştiğini sonradan öğrendik. Andy Warhol, Grayson Perry, Joan Miró, Banksy gibi dünyaca ünlü sanatçıların yanı sıra, hiper gerçekçi resimleriyle küresel çağdaş sanat piyasasında hayli ilgi gören Taner Ceylan da, ‘‘Altın Çağ’’ serisinden çalışmalarıyla fuardaydı. Etkinliğin önemli bir diğer işlevi, Türkiye’den genç sanatçıları uluslararası sanat çevrelerine takdim etmesiydi.
 
8- Nerden Geldik Buraya, SALT Beyoğlu, SALT Galata, Eylül-Kasım 2015
 
 
Sergi, Türkiye’nin yakın geçmişini toplumsal hareketler ve popüler kültür imgeleri üzerinden mercek altına alarak, ülkenin bugününü sorgulamakta kullanışlı düşünsel araçlar sunmuş oldu. 1980-1993 dönemini, dergi, film, fotoğraf, video gibi sayısız arşiv malzemesiyle ele alan sergi, bugün içinde kıvrandığımız neoliberal iktisadi ve toplumsal projenin temellerine dair kapsamlı bir görsel inceleme niteliğindeydi. SALT Galata’da, 1980 darbesiyle her türlü muhalif eylem ve politik temsili şiddetle bastırmaya yönelen askeri vesayet rejiminin kitap yasaklama ve toplatma uygulamalarından çocuk kitaplarının dahi payını aldığını görerek ‘‘güleriz ağlanacak halimize’’ diyebildik. SALT Beyoğlu’nda ise, siyasal iktidar, pasifize bir tüketim toplumu inşa etmek üzere çabalayadursun, sivil toplum hareketlerinin gündelik yaşamı ve kent uzamını bir politik mücadele alanına dönüştürmüş olmasının fotoğrafları vardı. Bunlarla beraber, 1980’lerin sineması, pop ve arabesk starları, kadın dergileri gibi dönemin popüler kültür unsurları da sergi alanının önemli bir parçasıydı. ‘‘Nerden Geldik Buraya’’ sorusunun hakkını veren sergi, şüphesiz, 2015’in en başarılı etkinliklerindendi.
 
9- Dolu Düşün Boş Konuş, Oyun Atölyesi, 2014-2015
Orijinalinden Haluk Bilginer’in çevirdiği oyun, susmayan iç sesimiz, bastırdığımız arzular, devamlı yuttuğumuz cümleler ve kaygılanmaktan iletişim kurmaya bir türlü sıra getirmeyişimiz üstüne kurulu. Toplumsallaşmanın, medeni bir birey olmanın bedelini devamlı susmak, kaçınmak, ertelemekle ödediğimiz var olma halini kesintiye uğratmanın imkanları ve muhtemel sonuçlarını da sorguluyor oyun. ‘‘Güldürürken düşündüren’’ dediğimiz demode ama yerinde bir tarifle oyunun unutulmaz bir anı, damadı vergilerin yüksekliğinden şikayet ederken mırıldanan yaşlı kadının söyledikleriydi: ‘‘Devlet kurarken bize mi sordular!’’ İki perde boyunca düşmeyen temposu ve usta oyunculuklarıyla bol kahkahalı bir seyir deneyimi yaşattı Dolu Düşün Boş Konuş. Oyun Atölyesi’nin de benim gibi İstanbul’un Avrupa yakasını mesken edenlerin yolunu Kadıköy’e düşürmek için cazip bir bahane olduğunu ekleyeyim.
 
10- 14. İstanbul Bienali, İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV), Eylül-Kasım 2015
 
 
Tuzlu Su: Düşünce Biçimleri Üzerine Bir Teori başlığıyla şekillenen 14. İstanbul Bienali, hem küratörü Carolyn Christov-Bakargiev tarafından duyurulan kavramsal çerçevesi, hem de İstanbul’un her iki yakasından Adalar’a uzanan 30’dan fazla sergi ve gösterim mekanıyla, bienal takipçilerini zorlu bir zihinsel ve fiziksel yolculuğa çıkardı. Christov-Bakargiev’in de işaret ettiği üzere, Tuzlu Su, Türkiye’nin üstü örtülmüş, bu yüzden de iyileşememiş yaralarını, sanatın açtığı alanda mümkün kılınan temaslar vasıtasıyla hatırlatmak üzere seçilmiş bir başlık. Bu yüzden Hrant Dink Vakfı ve Agos gazetesinin Harbiye’deki yeni yeri ve kendi başına bir hafıza mekanı olan Anarad Hığutyun binasının bienal mekanı olarak seçilmesi anlamlıydı. Arjantinli sanatçı Adrián Villar Rojas’ın, Büyükada’da deniz üstüne yerleştirdiği gerçek boyutlardaki hayvan heykellerini ilk bakışta anlamlandırmakta zorlanmış olsam da, çalışmanın, Akdeniz kıyılarına vuran cansız mülteci bedenlerine gönderme yaptığını sonradan basında çıkan yazılardan okuyunca aydınlandım. Heykellerin sergilendiği kıyıya, Troçki’nin Sovyetler Birliği’nden sürgün edildikten sonra bir süre yaşadığı evden geçerek ulaşmak ise zihnimi başka çağrışımlarla meşgul etmişti. Son olarak, Tophane’de bir otoparkta ziyarete açık olan, Cevdet Erek’in Bir Ritim Mekanı-Otopark başlıklı ses yerleştirmesini, ‘‘bienalden aklımda kalanlar’’ listesine not etmek isterim. Kaan Müjdeci’nin Sivas filmi müzikleri ve Emin Alper’in Abluka filminin ses tasarımını yapmakla gönüllere taht kuran Erek, bu çalışmasıyla sesin ve sessizliğin mekan kurucu işlevini somutlamış. Yakın bir gelecekte yok edilmesi planlanan, Tophane’nin de içinde bulunduğu alanı düşününce, sessizliğin kurucu olduğu kadar yıkıcı da olabildiğini düşünmeden edemiyorum.
 
2016’nın İstanbul’da yaşayan kültür-sanat gezginleri için renkli bir yıl olmasını, fakat bundan da önemlisi, sanatı çevreleyen toplumsal havanın bizi boğulma hissiyle değil yaşama hissiyle doldurmasını dilerim.