SO LET'S PLAY by CEYDA CABA
 
 
Eğer hayat bir oyunsa, hepimiz bu oyundan payımızı alıyorsak, öyleyse oyun başlasın!!!
 
Savaş, barış ve aşk, maddesel ve tinsel kartlarımızı ne kadar açık oynuyoruz? Kartlarını açık oynayanlarla hile yapanlar, kartlarını bir sonraki hamleye saklayanlar, elindekileri zekice değerlendirenler veya umarsızca savuranlar, bir sonraki kartın belirsizliği, belirsizliği getirdiği heyecan ya da huzursuzluk, her seferinde kazanacağımıza inançla kartlarımızı açmak hayata dair… Oyuna yabancı olanlar, kurtlar sofrasında kuzu, kuzular sofrasında kurt olanlar, riskin bedelleri…
Hiç risk almadan yaşamak?
 
 
Öyleyse, oyun baştan başlasın!!!
 
Oyun kartlarının 7. ve 10. yüzyıllar arasında Çin’de ortaya çıktığı ve 13. yüzyılda Marco Polo tarafından Avrupa’ya getirildiği tahmin ediliyor. Bugünkü şekliyle kullanılması ise 14. yüzyıl Fransa’sına dayanıyor.
 
O tarihlerde, Fransa’da 4 sınıf vardı ve iskambil kağıtlarındaki Kupa, Maça, Karo ve Sinek bu 4 sınıfı temsil ediyordu.
 
Kupa: Asilzadeler ve kiliseyi,
Maça: Mızrağı andıran formuyla orduyu,
Karo: Ticaret, para ve orta sınıfı,
Sinek: Yonca yaprağını andıran formuyla köylüleri temsil ediyordu.
 
 
Bugün briç, poker veya benzeri oyunlarda kupanın en değerli, sineğinse en değersiz kart olmasının nedeni bu sınıflandırmalardır.
 
Bunun dışında 4 elementle bağlantıları:
 
Maça: ATEŞ, irade, cesaret ve kuvvetli
Kupa: SU, aşk, duygular, hayal gücü, bilinçaltı
Sinek: HAVA, akıl, söylev, kelimeler
Karo: TOPRAK, zenginlik, bolluk, maddeyi temsil etmektedir.
 
 
Ayrıca, bir destedeki 52 kağıt, bir yılın 52 haftasını, 12 tane yüzyılın 12 ayını ve zodyaktaki 12 burcu, kırmızı ve siyah renkler yılın yaz ve kış olmak üzere 2 ekinoksunu ve bir destedeki tüm işaretler toplamı ise bir yıldaki toplam gün sayısı olan 365’e eşittir.